Biyopolitika kavramı, daha öncelerde başka teorisyenler tarafından kullanılmış olsa da gücünü ve içeriğini Michel Foucault’nun çalışmalarında buluyor. Michel Foucault bu kavramla iktidarın işleyiş biçiminde gerçekleşen derin bir dönüşümü tarif etmeyi amaçlıyor. Biyopolitika en temelde, politikanın yaşamı birincil nesnesi haline getirmesi, bireysel ve toplumsal anlamda bütünüyle yaşam süreçlerine odaklanması anlamına geliyor. Bu bakımdan Michel Foucault’nun kavramsallaştırmasının oldukça ilgi çekici sonuçları bulunuyor. Bunlardan ilki artık iktidarı sadece olumsuz terimlerle, kategoriler ya da işlevlerle tarif etmenin yetersiz olmasıdır. Michel Foucault iktidarın salt baskıcı pratiklerle tanımlanamayacağını, 18. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ilk yarısına ve devamına kadar uzanan süreçte iktidarın bireylerin ve nüfusların yaşamı üzerinde giderek “olumlu” denebilecek etkilerinin de gözlemlenebileceğini düşünüyor. Bu husustaki en köklü değişim, Fransız düşünürün Cinselliğin Tarihi’nin birinci cildinde ifade ettiği gibi, kudreti öldürme yetkisi üzerinden tarif edilen bir iktidar modelinin tarihsel süreç içerisinde yaşatmayı ve hatta yaşamı zenginleştirip desteklemeyi odağa alan bir yapıya dönüşmesi sürecinde karşımıza çıkıyor. Foucault’nun tespit ettiği bu dönüşümün teorik dayanakları Hapishanenin Doğuşu’ndaki disipliner iktidar analizlerine kadar takip edilebilir. Nihayetinde bu yeni iktidar tipolojisinde dikkat edilmesi gereken husus, onun artık baskı ve ölüm üzerinden değil katkı ve yaşam üzerinden şekilleniyor olmasıdır. Dahası egemenlik artık merkezî bir iktidar üssü olmaktan çıkmış, topluma içkinleşmiş ve toplum içinde çözülerek her yere yayılan bir forma bürünmüştür. Biyoiktidar çağı bu bağlamda merkezî ve aşkın egemenlik tipinin yerini her yere yayılan, yani merkezsiz ve içkin bir iktidar modeline geçişte karakterini bulmaktadır.

Foucault’nun politikayı biyopolitika, iktidarı da biyoiktidar olarak kavramaya yönelik bu kuramsal hamleleri geniş bir tartışma hattını da beraberinde getirdi. Bu hattın en çok öne çıkan figürlerinden İtalyan filozof Giorgio Agamben’in egemenlik kavrayışı, Michel Foucault’nun tezlerine kuvvetli bir itiraz niteliğindedir. Agamben’in Foucault’nun aksine modernizmin kurumları yerine kamp mekânlarına yoğunlaşması ve egemenliği bir olağan üstü hâl/ istisna hâli mantığı içinde analiz etmesi bu bağlamda oldukça kritik. Bir diğer kritik nokta ise Agamben’in günümüz koşullarında yaşamı, Roma’nın siyasal yapısından çekip çıkardığı kutsal insan (homo sacer) kavramı üzerinden çıplak hayat, yani salt hayatta kalmak, biyolojik varlığı asgari düzeyde sürdürmek olarak hayat biçiminde kavramasıdır. Egemenliğin birincil biyopolitik vasfı bu bağlamda çıplak hayat üretimidir. Sürekli bir olağanüstü hâl durumu yaratarak yani istisnayı kural haline getirerek egemen iktidar, yaşamı, yalın yaşama indirgenmiş bir formunda, yani hem siyasal yaşamı hem de erdemli yaşamı amaç edinen her türden topluluk yaşamını imkânsız kılarak üretmektedir. Böyle bir tabloda Agamben’e göre iktidarı Foucault’nun önerdiği gibi olumlu terimlerle tanımlamak da gerçekçi olmayacaktır.

Antonio Negri ve Michael Hardt’ın siyaset teorileri biyopolitika tartışmalarının üçüncü uğrağını oluşturmaktadır. Agamben’in aksine Foucault’nun analizlerini reddetmek yerine derinleştirip geliştirmeyi amaç edinen ikili, biyopolitikayı Marksist bir tartışma hattı içerisinde düşünmeye teşebbüs ederler. Bilhassa İmparatorluk ve Çokluk, İtalyan düşünürlerin biyopolitika kavrayışlarını geliştirdikleri metinler. İktidarın her yerde ve hiçbir yerde oluşuna, yani ulusal bütün sınırları belirsizleştirerek tüm yerküreye merkezsiz bir formda yayılmasına dair tespitler Foucault’nun biyoiktidar analizlerinden besleniyor. Fakat bu kadarıyla sınırlı değil. Hardt ve Negri hem biyopolitik içerilme kavramını öne sürerek, maddi olmayan emek kavramı üzerinden bütün yaşam süreçlerinin sermaye dinamikleri tarafından kuşatılmasını biyopolitik bir tartışma başlığı olarak açıyorlar hem de iktidara karşı yine merkezsiz, yine sabit bir yapıya indirgenemeyecek, yaşamın bütün farklılıklarını ve çeşitliliklerini kuşatan yeni bir devrimci toplumsal öznenin, çokluğun varlığını ilan ediyorlar. Böylelikle biyopolitika sadece iktidarın yaşamı kuşatma biçimleri itibariyle değil, yaşamın iktidara direnme ve karşı çıkma tarzları itibarıyla da gündeme alınan bir kavrama dönüşüyor.

Biyopolitika tartışmalarına yönelik öne çıkan son kurucu teorik tartışma hattı, yine İtalyan bir düşünür, Roberto Esposito tarafından inşa ediliyor. Immunitas, Communitas ve Bíos başlıklarını taşıyan üçlemesinde modern bireyciliğin doğuşunu bağışıklık paradigmasının yükselişiyle ilişkilendirerek tartışan Esposito biyopolitika düşüncesini çerçevelendirerek biyopolitikanın iki ucu keskin bir bıçak olduğunu, olumlu/olumlayıcı bir formda da yadsıyıcı/negatif bir formda da vücuda gelebileceğini iddia ediyor. Bulaşıcılık paranoyasıyla kendisini başkasıyla her türlü toplumsal temasa kapatan bir birey tipinin karşılıklı armağan etme ve başkasının sorumluluğunu üstlenmeye dayanan bir topluluk fikrinin altını nasıl oyduğunu anlatırken bireyciliği esas alan bir biyopolitikanın yıkım ve ölüm üreten bir thanatopolitikaya, yani bir ölüm politikasına nasıl evrildiğini, buna mukabil topluluğun kurucu, üretken ve yaratıcı ilişkilerini esas alan olumlayıcı bir yaşam politikasının hangi koşullarda mümkün olabileceğini ortaya koyan Esposito felsefesi, biyopolitika tartışmalarının şimdilik nihai kuramsal uğrağını oluşturuyor.

Ana hatlarıyla ortaya koyduğumuz bu tarihsel teorik çerçeve, beş haftalık seminer dizimizin ana omurgasını oluşturuyor. Bu seminerler aracılığıyla her bir hafta bu kuramsal uğrakların birine yoğunlaşmayı amaçlıyoruz. Biyopolitikanın tarihsel arka planına dair felsefi bir girizgâh yapmayı hedeflediğimiz ilk seminerden sonra, sırasıyla Foucault, Agamben, Negri ve Hardt ile Esposito’nun biyopolitika kavrayışlarını detaylandırmaya çalışacağız. Bu teorik detaylandırma sürecine, günümüz Türkiye’sinden somut örnekler sunarak pratik bakımdan da olabildiğince ışık tutmayı şüphesiz ki ihmal etmeyeceğiz.

Bizim sunacağımız ya da sizlerden gelecek olan bu örnekler siyasal alana dair olabileceği gibi doğrudan gündelik yaşama, iş yaşamından hane yaşamına ya da eğitim alanına uzanan bir hatta gündelik yaşamımızın her bir kademesine dair de olacaktır. Bu örnekler üzerinden birlikte düşünüp tartışarak cevap bulmaya çalışacağımız sorularsa şunlar olacak: İktidar nedir, nerededir? Yaşam ve siyaset arasındaki ilişki nerede başlar, nerede biter? Biyolojik yaşamla siyasal yaşam arasında nasıl bir sınır çizilebilir ya da çizilebilir mi? Toplumsal kabuller, normalleşen davranışlar, meşruiyetini nereden alırlar? Yaşıyor olduğumuz hayatın ne kadar öznesiyiz? İsteklerimiz, arzularımız, kişisel yaşamımızda önümüze koyduğumuz hedefler gerçekten bize mi ait? İktidar dışımızda mı yoksa onu içselleştirip üreten aynı zamanda bizler miyiz? Birey nerede biter, toplum nerede başlar? Bireyin yaşamı topluluk yaşamıyla, ben’in yaşamı başkasının yaşamıyla nasıl buluşur? İnsan kendisini neden başkalarına kapatır, başkalarıyla temas etmekten korkar? Tüm bu sorular, dönüp dolaşıp şu kaynak soruda birbirleriyle temas edeceklerdir: Yaşam nedir?

Sorduğumuz sorular, ürettiğimiz yanıtlar bir bireyin ya da bir bütün olarak toplumun yaşamının ne ölçüde kuşatıldığını görmemizi kolaylaştırmakla kalmayacak; öznesi olduğumuzu sandığımız ama hem tabi olup hem içselleştirdiğimiz iktidar ilişkileriyle avcumuzun içinden çoktan kayıp gitmiş, her bir gözeneğine kadar iktidar tarafından kuşatılmış olan yaşamlarımızda yeni özgürlük sahalarını nasıl ve nereden hareketle kurabileceğimize dair ipuçları sunacaktır. Foucault’nun da dediği gibi olduğumuz şeyi reddetmek yaşamda yeni bir başlangıç için bir önkoşul ama artık kim olduğumuz ya da olmamız gerektiği üzerine de düşünmemiz gerekiyor; bireysel olarak ama daha da önemlisi toplumsal ve kolektif olarak. Biyopolitika tartışmaları belki de en çok bu etik ve politik arayış için, yaşamı hem tekil hem çoğul düzlemde bir kölelik formundan çıkarıp bir özgürlük sahasına dönüştürmek adına kuvvetli bir kavramsal hazine sunduğu için önemli.

Onur Kartal, Yürütücü

Onur Kartal Kimdir?

Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunudur. Doktora derecesini yine aynı bölümde “Fenomenolojiden Politikaya 20. Yüzyılda Başkalık Sorunu” başlıklı teziyle almıştır. Başkasının Politikası: Husserl, Heidegger, Levinas (İletişim, 2017; Fol Kitap, 2021) kitabının yazarı, Biyopolitika Cilt 1: Platon’dan Arendt’e Biyopolitikanın Felsefi Kökenleri ve Biyopolitika Cilt 2: Foucault’dan Günümüze Biyopolitikanın İzdüşümleri (NotaBene,2016) ve Biyopolitika Cilt 3: Biyoiktidarın Suretleri-Yaşam İpotek Altında (NotaBene, 2021) kitaplarının editörüdür. Perdeye Yansıyan Kavga: Yılmaz Güney’den Emin Alper’e Politik Sinema (Phoenix, 2018) kitabını Burcu Şenel’le birlikte derlemiştir. Yeni Kültürel Çalışmalar: Kuramsal Serüvenler (Say, 2013) ve Communitas: Topluluğun Kökeni ve Kaderi (İletişim, 2018; NotaBene, 2024) adlı kitapların çevirmenidir. Cogito, Flsf, Birikim, felsefelogos, Baykuş, Özne, kampfplatz, Problemos gibi dergilerde çağdaş siyaset felsefesi ve sinema üzerine yazıları yayınlanmıştır. Şimdilerde, Maurice Merleau-Ponty ve Frantz Fanon üzerine bir kitap yazmakta, Roberto Esposito’nun Bíos: Biyopolitika ve Felsefe adlı eserini çevirmektedir. Halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde görev yapmaktadır.

İşleyiş

  • Bu çalışma, 7 Aralık 2024 – 4 Ocak 2025 tarihleri arasında, 5 hafta boyunca her Cumartesi saat 15.00’te yapılacak canlı-online buluşmalarla ilerler.
  • Her buluşmanın süresi ortalama 2.5 saat civarındadır ve çalışmanın yürütücüsü Onur Kartal’ın sunumları ile bu sunumlar üzerine katılımcılarla yapılacak derinleşme sohbetleri şeklinde iki kısımdan oluşur.
  • Çalışma Zoom buluşmaları üzerinden ilerleyeceği için, her yerden katılmak mümkün.
  • Buluşmalarda Onur Kartal’ın sunumları kaydedilir. Dileyenler yalnızca bu sunumları takip ederek de çalışmayı sürdürebilirler.
  • Buluşmalardan birine katılamadığınız durumda, yalnızca Onur Kartal’ın sunum kısmı sizinle paylaşılır. Grubun gizliliği ve güvenliği gözetilerek, sohbet kısmının kayıtları paylaşılmaz.
  • Çalışmanın izlencesi ve biyopolitika bağlamında çeşitli konulara ilişkin seçilmiş zengin bir kaynakça, sürecin başında ve çalışma boyunca yürütücü tarafından paylaşılır.
  • Ayrıca çalışma süreci boyunca grup içi haberleşmeyi ve paylaşımı kolaylaştırmak için kurulacak WhatsApp grubunda, her haftanın konularıyla ilgili olarak destekleyici yan kaynaklar paylaşılır.

Katılım Koşulları

  • Bu çalışma en genel ifadeyle kavramsal düşünmeye yatkınlık isteyen nitelikte bir çalışmadır. Bunu göz önünde bulundurarak beşeri ve sosyal bilimler, siyaset bilimi, tarih, felsefe, sanat ve edebiyat gibi alanlarda okuma ve düşünme ilgi ve becerisine sahip ve bundan keyif alan herkes bu çalışmaya katılabilir.
  • Kontenjan 25 kişiliktir.
  • Katılım ücreti 4.800 TL’dir.

Başvuru Süreci

Bu çalışmaya katılmak için iletisim.artialan@gmail.com adresine kısaca kendinizi tanıtan ve çalışmaya ilginizi belirten bir e-posta göndererek başvuru yapabilirsiniz. Çalışmaya ve sürecimize dair diğer bilgiler ve ödeme yönlendirmesi, başvuru postanıza cevaben tarafınıza iletilecektir. Herhangi bir sorunuz olduğunda bize her zaman yazabilirsiniz!

Çalışmaya Katılmak İçin

HEMEN BAŞVUR!