Flu Ayar (I)

  • Reading time:15 dakika
// Pelin Özer //

Çağa aykırı olgular kataloğunda bugün. Kendini ele vermeyen. Görünür olmaya gönül indirmeyen. Netlik ayarına bel bağlamayan. Tanıma direnen. Kurguda kolaylık sağlamayan. İlk bakışta fark edilmeyen. Yeraltından kolay kolay çıkmayan. Adı konmamış. Dünyayla sınırlanmayan. Algıyı sınırlamayan. Evrende salınıp yayılan. Zihne zincirlenmeyen. Boşlukta can bulan. Duyumsal atmosfer. Kaynak. Kendinden ve kendiliğinden çoğalan. Belki sadece ve ancak beş duyuyla; biriyle ya da her biriyle tek seferde özümsenip ancak özel gayret sonucu özenle ifade edilebildiğinde canlanan, varlık bulan, hatırlanan. Kavrayış kamaşması. Titrek ve titreten geçiş. Hayatta ve ötede tekrarlanan. Bağımsız ve üretken duyuş. Hızla silinen. Vurgulu an. Etki alan. Etki veren. İz bırakan.

İlk cümlen başlık gibi. Takvim başlığı… Öteki tanımlar da duraksattı beni. Bir süre yankılansınlar, onlar üzerine sessizlikte düşüneyim istedim. Meraklandım şimdiden. Nedir bunlar?   

Cümle tohumlarını, parçacıkları bir gayret ifade alanına çekip yazmaya uğraşırken sana da aynı anda aktarmak istedim. Zihnim, benliğim, bilincim ses bulsun. Boşlukla sınanırken sana da yansısın. Sadece yankının dile gelmesi uğraşı değil de anlatmaya çalıştığım halin, ona senden yönelecek tepkinin henüz biçimlenmeden dağılma olasılığına karşı bir önlem diyelim. Canlı ve ham paslaşma.

Söyleşi mi?

Sohbet, söyleşi, muhabbet; sen nasıl isim koyarsan. Karşılıklı konuşmada beni en çok cezbeden şeylerden biri de ne biliyor musun; kimilerine kendi sözünün karşısında bir yıkım ihtimali gibi görünebilecek o iki arada bir derede, henüz oluşmamış hal. Söyleşi eş zamanlı bir uğraş. Yüz yüze ve çapraz. Boşluk da cabası. Bu bakımdan flu ayar hazinesi diyebiliriz ona. Flu ayar söyleşi toprağını sever; sessiz ve derinden onun hem öznesi hem nesnesi olur. Ne filizler verir oradan, bir bilsen. Hadi diyorsan bakıp göreceğiz birlikte.

Yakınlığın, temasın, derinden bakışmanın gücü. Buralardan varmış olmalısın flu ayar’a. Gözüpek bir yanı da yok değil. Sanki meydan okuyor. Kimyayı değiştirecek yakınlığa sözcükle varmak gibi düşündüm.  

Düşünmeyi bile ötelesek… Biraz da şiir makamında konuşma denemesi gibi. Şöyle mesela: Soluğunu duyuyorum. Boynumda atan damara ulaşıyor rüzgârı. Varlığının mekânda benimle olması her an birbirimize dönüştüğümüz anlamına geliyor. Nasıl durursak duralım, fark etmez. Birbirimize dolanmasak da dokunmasak da soluklarımız iç içe. Bir ritim ustası soluk aynı zamanda. Duyuyor musun?

….

…..

…..

Hareketli bir yandan. Demek ki: Dans ile şarkı kaçınılmaz. Flu ayar’a geçtiğinde görünür oluyor soluğun devinimleri. Duygu geçişleri de öyle. Dikkatin, şefkatin, özenin esirgendiği duyumsal alanlardan söz edelim istiyorum. Sadece şiire bırakmayalım orayı. Basitçe sohbet edelim. Hem kendimizle hem birbirimizle. Aynı anda.

Bir yandan konuşup bir yandan yazacaksın, öyle mi? Şu an yaptığın gibi…

Evet.

Zora koşuyorsun yine dostum.

Bana göre zor diye bir şey yok. Oluşun hafifliğine güvenmeli. Ki orada güvene de ihtiyaç duyulmaz aslında. Sadece oluş ve hafiflik.

Önceden hazırlanmayacak mıyız?

Hayır. Günlüğe yazar gibi. Geleni salıvermek. O an zihnimizi-duyularımızı karıncalandıran her şeye bir bakalım, flu ayar’a uygun olanı seçip konu edelim diyorum. Bir süre sonra aramızdaki hava ona uyarlanacak zaten.

Hayhay. Ama hızla flu ayar’a bir örnek verebilir misin?

Tamam, zevkle. Geçen gün bir sergiye gittim ve orada kuma daldırdım parmaklarımı. Kumla ilişkimde daha önce sanki hiç bu kadar çok duyumsayış akın etmemişti hücrelerime. Her tarafım kuma bulanmış, serilip yatmış yuvarlanmışım sanki kumda. Öyle bir kamaşma. Kumsalda yürürken bile böyle derinden hissetmemiştim kum tenini. Beklenmedik zamanlarda hızla bir ağ kurulur. Bunu belirleyen aslında sanatçının kumla ilişkisi. Biliyor musun, buna hep şaşırıyorum. Şaşırmak hep taze! Bak şimdi bir yandan da hemen bir filme, bir anıya bağlanabilirim. Ama düğmeye bastım şu an ve durdurdum. Ne dersin? Buradan devam edebiliriz dilersen. Ya da bunu daha sonra açmak üzere zulaya atarız. Alan bizim değil mi, birlikte dans etmiyor muyuz.

Sevdim bu başlığı. Tamam. Sonra mutlaka konuşalım. Kum Teni. Yazdın mı?

Evet evet. İstersen sen de not edebilirsin.

Yazıcı sen ol. Ben hafızamda tutmayı deneyeyim.

Anlaştık. Yine de kendini hiçbir şeye şartlama. Her an her şey değişebilir.

Duraksama da deneyin parçası olacak yanlış anlamadıysam. Her halimiz konu edilebilir. Poz kesmeyeceğiz.

Poz sandığın da bazen içselleştirilmiş jesttir.

Buna benzer şeyleri metinde gösteremeyiz. Boşluklar bilhassa kafamı kurcalıyor.

Neden?

Mümkün değilmiş gibi geliyor boşlukta geçenleri yakalamak.

Flu ayar’da boşluk dile gelebiliyor. Hem endişelenmene gerek yok; sözün ve yazının sınırları da kapsama dahil. Belki de sınırı biz yaratıyoruzdur.

Söylediklerimiz yazarken değişebilir, bununla nasıl başa çıkacağız?

Büyük zenginlik, imkân var konuşulan ile yazılanın kesişimlerinde, çekişmelerinde, karşılaşmalarında, duraksayışlarında…….

Kaprisli bölge. Bazıları da o karmaşada öylece kaybolup gidecek.

Hiçbir şeyi tamamen elde tutamayız. İmkânsız. Flu ayar bu sayede de görünür olacak. Bak şimdiden bir şeylere işaret etmemizi sağladı bile.

Güzeeelll. Geçmişten bile çıkıp gelse kimlik oluşturmamış, egodan kurtulmuş bir yoğunlaşma güzellemesi.

İsabetli tanım.

Bir de şunu seziyorum: Türlerarasılık.

Sana bir haberim var: Her şey her an değişirken bir türde ısrar etme katılığı dünyanın dengesini bozuyor. Kaldı ki flu ayar’ın sanata dönüşme tasası olmadığı gibi sınıflandırmaların ürettiği çerçeveleri de hiç mi hiç umursamıyor.

Deneyselliği anlamı boğmayan, içten belgeleme peşindesin. Eylemin görünür kılınması iç ve dış pencereleri açsın istiyorsun. Sen de olabildiğince açacaksın iç ve dış pencerelerini. Şeffaf, açık olsun her şey. Kolay değil yine de. Ayar isteyecek hep.

Ferah buluşma başka türlü bir hatırlayış temrini aynı zamanda. Sen de açıp açılacaksın. Düşünsene ortak yaşanmışlıklardan, okunup duyumsanmış onca şeyden kopup bugüne gelecekler; bu âna, bulunduğumuz mekâna doluşup bize dolanacaklar. Konuşup yazmak aynı anda günlüğü, söyleşiyi, anıyı, mektubu vesaire birleştirecek. Kendiliğinden. Kurmak hayalin birkaç adım ötesi.

Sağlam kurguya tezat “üflesem yıkılacak”a övgü.

Buna uzun uzun gülümsüyorum tek söz etmeden. İşte bak hayat bulmak üzere hevesim. Başladığımızda, biliyorum ki altına pıtır pıtır eklenerek kendini duyuracak flu ayar. Anlatmayı denerken saydıklarım kendini usul usul açık edeceklerin ortak paydası. Başımıza iş açacak her biri.

Olsun varsın. Peşinen kabul. Dostluk tanımına benzemedi mi?

Değil mi ama! Dostluk da bir çaba. İki yaratıcısı var. Bilinmeyeni daha çok bir artı birden. Matematiğe meydan okuyor. Bunları da konuşacağız. Bak hemen daldın bu sulara. Flu ayar’ın tıkanmış bazı damarları etkin biçimde açacağına dair güçlü bir hissim var. Böyle dolanıp dönsek keşke diye çok hayaller kurmuştum.

Seni kızdırma pahasına bir şey soracağım: Bunca yıl doymadın mı söyleşi yapmaya?

Hayatta kızmam, bilakis iyi oldu konusunun açılması. Biliyor musun her seferinde ilkmiş gibi kalbim çarpıyor. Düşünsene seninle hiç bu tonda konuşmadık daha evvel. Tanışmanın başka boyutları var söyleşide. Merak ile heves taze olunca biriken, bunaltan hiçbir şey söz konusu değil. O zaman doymak da bilinmiyor sanırım. Sömürü, tüketim yok zira. İştahın doymakla doğrudan ilgisi yok. Hem iştah açlığın zıddı değil. Dilin ve kalemin ucunda yeniliğe atılan bir kaynak var. Orayı mesken tutma arzusudur olsa olsa benimki.

Yazma uğraşını yalnızlık kalesinden çıkarıyorsun.

Kaleleri yıkıyoruz dostum el birliğiyle.

Sevdim bunu. Anarşist minimalist zamanlarını hatırlattı.

Hahaha. Bunu da konuşuruz sonra. Flu ayar‘ın atılgan bir doğası var, zıpırın teki aslında. Kalıba girmiyor.

Sana benziyor demektir.

Bunu iltifat diye alıp kabul ediyorum sevgili dostum.

Verdim gitti azizim.

Ama flu ayar bu. Kestirilemez ne yapacağı, nerelere uzayıp gideceği. Bak söylemedi deme sonra. Bir kez daha soruyorum: Var mısın yok musun?

Hiç oyun oynamamışız gibi konuşuyorsun. Sanki tanımıyorum seni. Aşk olsun. Poz kesmek yok dememiş miydik. Seni numaracı dubaracı.

Bahsetmek istediğim şeyler tam da şu an yaşattığın endişeyi görünür kılacak türden. Neyse. İşimiz iş. Toprağımı derin kaz! Hahaha.

İyiymiş, “Toprağımı derin kaz” demek. Hahaha. Öyle manzaralar açtın ki önüme, ürkütücü gelmedi şimdi bak. Ağdalı belagati seversin sen. Buralarda epey ironi de boy veriyor ama, ne güzel.

Bazı ortamlarda ağzımdan buna benzer, kimilerinin senin gibi ağdalı diye tanımladığı ifadeler çıktığında hemen bir gong çalar, uyarı: Şamata soslu içtenlik hızla gölgelenebilecek denli hassastır, nasıl kırılgan. Aman dikkat!

Flu ayar “Dikkat kırılır” uyarısı gibi mi?

Yazıda bazen jesti tam olarak göstermek mümkün değil bir bakıma; bu yüzden, işte zaman zaman o çok marifetli sandığımız sözcükler yolumuzu tıkıyor. Flu ayar burada devreye girer. Gözlerini kısarak bakmak gibi düşün. Okur burada “toprağımı derin kaz”a takılıp kalmadan ağzından gayriihtiyari o sözcükleri salıvermiş kişinin asıl doğasına ulaşmak arzusuyla bir tonu cebine koyar ve devam eder. Kendini kaptırabildiyse akar gider zaten, bunlarla oyalanmaz. Bu bir veri. Okurun ya da sohbet sırasında karşımdaki muhatabın aleyhimde kullanmak için can atmayacağını ve uzun vadede işine yarar bir unsur olarak sevecenlikle hatırlayacağını varsaydığım bir veri. Kimilerinin şipşak onaylanma arzusu deyip geçeceği bu gibi hallerin üzerinde durmak istiyorum. Çünkü şefkate ihtiyaçları varmış gibi geliyor.

Sevecenlik sözcüğünü çok seviyorum.

Ben de. Bunca sözcük arasında neden ona vurgu yaptın?

Bir şey yaşadık sanki bununla ilgili. Hatırlayamasam da eminim.

Yaşasın karşıtlıklar! Hatırlayamasan da eminsin demek. Sevdim bunu. Kanıt yok. Açıklanamıyor. Ama iz bırakmış. Hem de sağlamından. Baştaki tanımlarla örtüştü bak. Sevgimi yoğun duyumsadın ve hatırlatmak isteyeceğim sözcüğü, dolayısıyla manzarayı, anıyı seçtin katalogdan. İşte en âlâsından flu ayar!

Bizde buna benzer hikâye çok.

Eee, boşuna davet etmedim seni. Biliyor musun, bazı sözcükleri sanki bazı yazarlar icat etmiş gibi düşünüyorum. O sözcük yazarın kaleminin ucuna coşkuyla gelip konmuş ve biz okurken ona dolanmışız. Bu flu ayar. Sadece o sözcüğü okumakla kalmıyorsun; yazar onu yazarken bir kamaşma yaşadı, sen bunu da duyumsayarak heceleri alıp hücrene katıyorsun. Kamaşarak.

Hece-hücre.

Gördün hemen, yakaladın. Kafiyeye de dikkat. Heceler sende dönüşüyor. Yaratılan sadece güzel sözcükler, sesler değil. Ve üstelik seni zamanında kamaştırmış bazı hecelerle sadece bir kereliğine ve o bağlamda; kitaba, öyküye referansla ilişki kurmuyorsun. Neredeyse sözcüğü bağlamı dışında da her kullandığında o özel topraklardasın artık. Böylece yazıldığı anla aranda güçlü bir hat döşenmiş oluyor. Yazardan aldık, kodladık, oradan genişletiyoruz. Ondan bağımsız ama aynı zamanda onunla daima sıkı fıkı. Neredeyse o icat etmiş sözcüğü ama seni dışlamamış. Sana da o icat hazzını devretmiş. Belki evvelinde milyon kere kullandın; olsun varsın, hiç fark etmez, sende değişime uğramıştır artık. Önceden hiç böylesine ışıldamamış gibi gelir. Bana göre sevecenlik Salinger.  

Aa, hiç böyle düşünmemiştim. Dur dur. Vaaayyy. Seninle çoook eskiden, hani şafak alacasına dek konuştuğumuz zamanlarda buna benzer bir muhabbet geçmemiş miydi aramızda? Dur bir dakika, yoksa bana o öyküyü sen mi okutmuştun? Uzayıp giden sohbetimizi, altı çizilen “sevecen” sözünü hatırlar gibi oldum şimdi.

Bir dakika bir dakika; tüm gece konuşup sabahı doğurtan bendim bir kere. Sen sağırlaşıp dilsizleşerek pes edip uykuya kıvrıldığında da bana mısın demez duvarlarla, perdelerle, gökyüzüyle, ayla konuşmaya devam ederdim. İşte o gecelerden birinde sanırım sen tam da uyku virajını alırken konuşuyorduk Salinger’ın o öyküsü hakkında. Yeni elimize geçmişti kitap. Hiç durmadan tekrar ediyordum: “Esme’ye sefalet ve sevecenlikle…” Basit bir ithaf cümleciği ama halen her hatırlayışımda titretip titreşmeye devam ediyor.

Şubat 2024, Büyükada