// Öykü Terzioğlu Özer // Beni yüreklendirdikleri ve sundukları katkılar için Onur Eylül, Melike, Oktay Hoca ve Berke ile Burcu’ya… Ey okur! Ne denli acayip, garip ve tuhaf kökenleri, anlamları ve hikâyeleri var...
Okumaya devam et
Herkes gibi benim de hikâyem benden önce başladı. Göçmen ailelerden gelen bir anne ve babanın çocuğuyum. Köklerini geçmişte, farklı coğrafyalarda bırakıp Türkiye’ye gelen, emeğinden başka maddi dayanağı olmayan ailemde bana birçok şeyden önce “çalışkanlık” öğretildi. Dolayısıyla hayatımın büyük bölümü çalışarak geçti, diyebilirim. Fakat çok sevdiğim bir arkadaşımın ifadesiyle hayatımda tuğlaları genellikle yan yana dizdim. Anlatayım…
Rahmetli babaannemin desteğiyle ve voleybol bursuyla TED Ankara Koleji’nde okudum. Burada her şeyden önce iyi bir dil eğitimi aldım, takım sporlarını ve gerçek manada sınıfsallığı deneyimledim. Liseyi bitirdikten sonra bir sene Danimarka’da değişim öğrencisi olarak bulundum. Hayatımda ilk kez bir yerde “yabancı” oldum ve norm sandığım şeylerin norm olmadığını fark ettim. Döndüğümde Hacettepe’de Fransız Dili ve Edebiyatı okudum. Sonrasında ise üniversite ve alan değiştirerek Bilkent’te Türk Edebiyatı’nda yüksek lisans yaptım. Bu eğitimlerden bana kalan en büyük edinim metin okuma becerileri ve (Fransız ekolünün de etkisiyle) her şeyin aslında bir metin olduğu bilgisi oldu.
Yazmış olmaktan büyük bir mutlululuk duyduğum, daha sonra Nâzım Hikmet ve Sömürgecilik Karşıtlığının Poetikası başlığıyla yayımlanan bir yüksek lisans tezim var. Bu tezde Nâzım Hikmet’in 1920’lerde, bilinen dünyanın alt üst olduğu bir dönemde kaleme aldığı sömürgecilik karşıtı, oldukça deneysel ve avangart anlatı şiirlerini ele aldım. Kuramsal çerçevemi, Nâzım Hikmet’in çağdaşı Rus filozof ve edebiyat eleştirmeni Mikhail Bakhtin’in romanlaşma, düz yazılaşma, çok seslilik ve mizah kavramları üzerine kurdum.
Tezimi büyük bir merak ve heyecanla yazmama karşın tez jürimde yaşadığım deneyimler akademiden uzaklaşmama neden oldu. Doktora derslerimi verdikten sonra akademiyi bırakarak uzunca bir süre editörlük ve çevirmenlik yaptım. Bu süreçte aynı zamanda Tarih Vakfı’nda Osmanlıca dersleri verdim.
Fakat hayatım hiç beklemediğim bir anda, hiç beklemediğim bir şekilde farklı bir yöne evrildi. Bir gün otobüs durağına doğru yürürken bir caminin duvarında belediyenin açtığı minyatür derslerinin ilanını gördüm ve bu derslere katılmaya karar verdim. (Henüz ilk dersten itibaren minyatür dışında bir şey düşünemez, yapamaz oldum. Hayat ne garip, ortaokul dönemimden elimde kalan tek bir resim çalışmam var ve o da bir minyatürmüş meğer, sonradan fark ettim.) Minyatürle aramızdaki aşk ilişkisinin ilk meyvesi, birinci yılın sonunda Avusturalyalı heykeltraş ve yazar Nigel Helyer’in Deluge Ark(ive) kitabı için yaptığım, Tazmanya’da düzenlenen aynı isimli sergide de yer alan minyatürler oldu.
Sadece minyatürle uğraştığım bu dönemde, minyatürler ile çocuk resimleri arasında şaşırtıcı derecede büyük benzerlikler olduğunu fark ettim. Ama bunun nedeni konusunda en ufak fikrim yoktu. Bu soru işaretinin peşine düşerek minyatür, İslam sanatı, sanat tarihi, kültür tarihi, çocukluk, çocuk resmi ve psikoloji gibi alanlarda okumalar yapmaya başladım.
Aynı süreçte bir ajansta çocuk dergisi çizeri olarak işe girdim. Önce elde çizip tarattığım illüstrasyonlarla başladım işe; sonrasında dijital illüstrasyon yapmayı öğrendim. Bunların yanı sıra 3D modelleme, hareketli grafik ve grafik tasarım öğrendiğim bir okul oldu ajans benim için. Fakat süreç içerisinde dünya görüşüme ve değerlerime aykırı işler yapar ve roller üstlenir buldum kendimi. Geçim korkumu eşimin desteği ve teşvikiyle yenerek istifamı verdim ve yeni bir maceraya atıldım.
Bunun hemen akabinde, minyatür yaptığım süreçte kurdukları Şimdilik isimli dernekte çocuklarla minyatür çalışmaları yapmama vesile olan sevgili arkadaşlarım Onur Eylül Kara ve Melike Kara’yla birbirimize yeniden kavuştuk. Dostlukları ve candanlıkları ile beni birlikte düşünsel üretimde bulunmaya davet ettiler. Bu şekilde büyük bir neşe ve coşkuyla yakın geçmişte Artı Alan’ın bir parçası oldum.
Şimdilerde Tarih Vakfı’nda Osmanlıca dersleri veriyor, bir yandan da Af Örgütü ve Tarif Vakfı için grafik tasarım ve hareketli grafik çalışmaları yapıyorum. Diğer yandan da Artı Alan çatısı altında dostlarımla beraber minyatür ve çocuk resmiyle yarım kalan aşk hikâyeme kaldığım yerden devam ediyorum.