Aftersun: Anılar ve Karanlığımız

  • Reading time:8 dakika
// Gülden Alaz Meriç //

Bugün otuzlarında olanlar, doksanlarda bir çocukluk paylaştı. Geriye dönüp baktığımızda hissettiklerimiz elbette ki hepimize özel. Ancak belki de günümüzde melankoliyi deneyimlerken geçmişin, özellikle de o yılların bazı anlarını belleğimizin köşelerinden çekip çıkarırken bazı açılardan ortaklaşıyoruzdur. Bizi ortak noktada buluşturan o deneyimin mutluluk değil de melankoli olması şaşırtıcı değil aslında. Çünkü bulunduğumuz anda mutluyken geçmişimiz sessizleşir. Ama mutluluğumuza biraz olsun gölge düştüğünde geçmişi bütün o ulaşılmaz tatlılığı ile zihnimize çağırır, “Ne güzel günlerdi onlar…” demeye başlarız. Bölük pörçük, ama hasretle. 2022 yapımı Aftersun’ın temelinde de bu var: Bölük pörçük bir bellek, ama gayet net, neredeyse elle tutulabilir hasret. Yönetmen Charlotte Wells’in hakkında söylenecek çok fazla şey olmadığının altını çizerek, benim de ondan okuyup anladığım şekliyle hasret, samimiyete dair bir hatıra. Bellekte; ama aynı zamanda da uzaklarda bir yerde… [1]

Aftersun’da bana Marmaris, izleyen başka bir arkadaşıma Fethiye, bir başkasına da Kuşadası gibi görünen bir mekanda 30 yaşındaki baba Calum ile onun 11 yaşındaki kızı Sophie’nin yaz tatilini izliyoruz. Zaman zaman Sophie’nin kamerası bizim gözümüz oluyor. Böyle anlar kendi içinde çok kıymetli, çünkü izlerken yavaş yavaş anlıyoruz ki Sophie’ye bir süre sonra belleğinin dışında yalnızca bu görüntüler kalacak. Çünkü Sophie’nin babasıyla yeni anılar yaratmak gibi bir seçeneği olmayacak.

Böyle söylemek kulağa çok sert geliyor olmalı, sanki Sophie’yi sınırlı olasılıklara mahkum etmek, küçük kızın seçeneklerini azaltmak gibi. Ancak burada bakış açımızı değiştirip kendi sıkışmışlığı içinde kızıyla güzel anılar yaratmak için elinden geleni yapan Calum’a odaklandığımızda Sophie’ye büyük bir özgürlük tanıdığını fark edeceğiz. Bu büyük özgürlük, özgürlüğün hiç de alışılagelmiş bir biçimi değil. Çünkü tamamıyla geçmişi hatırlama biçimine yönelik bir özgürlük bu. Oysa özgürlük genellikle “şimdi”de ya da “gelecek”tedir. “Şimdi” seçme şansımız varsa ve “gelecek”teki olasılıklar ne kadar fazlaysa o kadar özgür olduğumuzu düşünürüz. Geçmişi değiştirmeyi, hatırlama biçimlerimizin ayarlarıyla oynamayı ise özgürlükle değil, travmalarımızdan kurtulmayla, şemalarımızı gözden geçirmekle ilişkilendiririz. Ancak, babası ile yaptığı o tatilden sonra Sophie, geçmişini istediği gibi anımsamakta özgür olacak. İşte Aftersun’ı özel kılan tam olarak bu.

Calum, çok erken yaşta baba olmuş, öyle ki zaman zaman kızının abisi zannediliyor. Hayatta herkesin büyük önem atfettiği para ve sosyal hayattaki ilişkiler konusunda da şansı hiç yaver gitmemiş. İzlediğimiz kadarıyla, gurur duyduğu ve büyük bir sevgiyle bağlı olduğu tek varlık, Sophie. Bu nedenle bazı fedakarlıklar sonucunda planlayabildiği bu tatillerine çok önem veriyor. İzledikçe anlıyoruz ki Calum, kendi karanlığına rağmen bu kadar aydınlık bir tatilin içinde olmaya çalışıyor. Öyle ki, filmi ikinci defa izlediğimde “Hayatımda izlediğim en aydınlık karanlık film.” dediğimi hatırlıyorum. Kendi karanlığıyla mücadele ettiği anlardan birinde Calum, Sophie’nin kendisini kameraya almasına karşı çıkıyor ve hatırlaması gereken her şeyin aslında Sophie’nin zihninde olması gerektiğini söylüyor. Bunu elbette çok sık yapmıyor. Çünkü içindeki karanlığı Sophie’ye nadiren yansıtıyor. Calum’a göre Sophie çok özgür olmalı. Öyle özgür ki, o “değişmez” denilen geçmişi bile belleğinin yardımıyla, olguları duygularla şekillendirerek hatırlayabilmeli.

Calum’un Sophie’den uzak tutmaya çalıştığı güçlü karanlığın bizimle paylaşıldığı üç sahneden bahsetmek isterim. Bunlardan birinde Calum, aynadaki yansımasına tükürüyor. Çünkü fark ediyor ki ne kadar çabalarsa çabalasın içinde saklamaya çalıştığı o karanlık, bir şekilde kızında da mevcut; üstelik o çocuk yaşına rağmen. Kızının hafızasında aydınlık bir şekilde var olma çabasını ve elinden geleni bütün gücüyle yaptığını düşünürsek; Sophie’nin depresifliğine bakarak karanlığın ne kadar kişisel olduğunu; aslında bireye dair bir parça olduğunu, belki de onun varlığının da var olma hakkının olduğunu görebiliriz. Baş etmekte çok zorlanacak kadar büyük bir karanlığın içinde olmak, salt aydınlık gerekliliği yanılgısı yaratıyor olabilir mi?

Bahsetmek istediğim diğer sahnede Calum’u bir kilimcide görüyoruz. Bu sahnede, Calum’un bulunduğu ana uyumlanabildiği anları, giydiği kıyafetlerin renginden anlayabileceğimize dair bir ipucu var. Calum, dükkana hakim renklerde giydiği kıyafetleriyle huzurlu bir şekilde bir kilimle bağ kuruyor. Kilime uzanıyor. Bahsettiğim karanlıkla arasına mesafe koyuyor. Yıllar sonra Sophie’nin yatak odasında göreceğiz o kilimi. Huzurlu olduğu bir ana dair belki de son nesne Calum için, kızıyla yıllarca kalacak.

Aydınlığın içinde saklanmaya çalışan karanlığa dair son sahnede bize Candan Erçetin’in Gamsız Hayat’ı eşlik ediyor. Uzaktan bakan çoğu insan için beraber yemek yiyen, çok mutlu bir fotoğraf karesi için poz veren o sevimli baba kız “Çok mu dertsiz duruyorum, uzaktan bakınca?” sözleri ile bambaşka bir görünüm kazanıyor. Babanın duygularını tamamen yansıtan, ama bilmediği bir dildeki bu sözler, gerçekleşecek olan şeyin ne zaman gerçekleşeceğini, karanlığın bir benliği ne zaman tam olarak domine edeceğini o anda aslında kimsenin bilmediğini anlatıyor sanki.

Aftersun hakkında düşünülmesi gereken daha çok şey var. Calum’u ilk gördüğümüzde, kolunun neden alçıda olduğuna dair bir ipucu var mı örneğin? Filme adını veren güneş sonrası kremlenme pratikleri de telafisi mümkün olmayan bazı yaraların açılmaması için elimizden geleni yapmamız gerektiğine dair bir metafordu belki de. Filmle beraber yeniden dinlediğimiz, yıllara meydan okuyan Queen’in Under Pressure’ı, bize “Bu bizim son dansımız… Baskı altında…” derken kelimelerin kastettikleri dışında neler söylüyor? Çokça konuşulabilir. Ancak Calum’un kendisini boğan o karanlığa adım adım teslim olurken, karanlığını hiç kimseye dayatmama hali, yıllar içinde sevgiyle hatırlanma isteği ve çok sevdiği kızına bıraktığı o kendine özgü, çok farklı özgürlük hediyesi sanki kendi halimizde, kendi sessizliğimizde daha içten, daha temiz ve net hissedilirmiş gibi geliyor. Tıpkı Charlotte Wells’in herkesin kişisel deneyimine bıraktığı hasret duygusu gibi.

 

Kaynaklar

[1] https://a24films.com/notes/2022/10/a-note-from-charlotte-wells