Geçenlerde kesif soğuğa, dinmeyen yağmura karşın yürümekte ısrar ettim ve bedeli ağır oldu.
Hastalandın mı?
Ondan beter. Keşke hastalansaydım; hiç değilse uslu uslu yatıp iyileşirdim.
Hastalığa övgü mü var yoksa gündemimizde?
Hayır, hayır. Aslına bakarsan hava durumuna bağlı olduğunu da sanmıyorum. Anlatacağım sana. Dile gelmesi zor olsa da deneyeceğim. Fiziksel hasarla başa çıkmak çoğu zaman ruhsal gelgitlerle, beklenmedik ketlenmelerle, onların sonuçlarıyla uğraşmaktan daha kolay demek istiyorum. Tempolu yürüyüşümün orta yerindeydim. Ormanı pas geçerek küçük turumu tamamlayacaktım. Bir anda tepede kalakaldım. Şalter öyle bir indi ki. Hiç anlam veremedim. Neredeyse katatonik bir halde buldum kendimi. Ne başımı ne parmaklarımı oynatabiliyorum. Zorluyorum ama yok, mümkün değil, tek adım atamıyorum. Ne olduğunu anlayamadım. Gözlerim kararmadı, başım dönmedi, toprak ayaklarımın altından çekilmedi. Dış etkendi sanki. Göklerden kumandaya basılmış. Bilinmez bir güç. Komut marifetiyle durdurulmuşum. İstem dışı. Her yer bulanık. Saçak altı bile yok görünürde. Yapayalnızım. Kaskatı. O sırada keskin bir kavrayış ele geçirdi beni. Bir çeşit idrak: Hayatımın kurgusu değişmek üzere.
Tuhaf gerçekten.
Kendimi çok tenha hissettim.
Tam boşlukta olsan zihnin tanım yap(a)mazdı.
Öyle. Muhtemelen araftaydım.
Severim araf sözcüğünü ama şimdi tüylerimi diken diken etti bak.
İç dünyamda alıştığım tarzdaki dekorların yerinde yeller esiyordu o sırada. Eşya, renkler, doku yabancı. Bildiklerim toprağından sürülmüş.
O dekor, atmosfer zaten sürekli değişmiyor mu?
Öyle ama yine de el yordamıyla uyum sağlamak mümkündü geçmişte.
O yabancılık hissiyle ilk anda zihnine-kalbine neler üşüştü?
Yeni bir sahne kurulur mu kurulmaz mı; oyunun sonuna mı geldik; ne yapacağım boşlukta söz geçiremediğim bu bedenle şimdi…… Bir yandan da sanki başka gezegendeyim.
Hımmm. Mevzu derin. Kaçacak bir yer hayali de oluşamıyor mu? O denli mi…..
İçinde ateş yanan o sevimli kulübeler falan toplanıp gitmiş. Söylem ıssızlığı hâkim.
Bak bu iyi geldi. Kırılan kabuk, deri değiştirmek, yeniden doğum; böyle şeyler düşündürdü. Değişim alameti.
Öyle öyle tabii. Yine de tablo feci karanlık. Müjdeci çıkmayacak sahneye. Kurtarıcı unsur belirmediğinden alıntı da yapamam. Referans oluşturacak ne var ne yok hepten silinmiş. İbrik, kova, kilit, değirmentaşı. O bildiğin öyküler yazılamayacak artık.
Ferahlığa varır bu yollar dostum.
Yapay umut. Yok yok. O söylem de eskidi. Medet umma diyor bir ses.
Nasıl? Ses mi? Endişelendirme beni. Kim konuşuyor? Yoksa gaip dile mi geldi?
Bilmiyorum, tarif etmek zor. Ses denemez. Ama duyduğum bir şeyler var. Artık masala, ateşe falan erişim kalmadığını belletiyor. Telaşsızca, tane tane söz alıyor. Kendinden son derece emin.
Çoktandır biliyoruz masalların hep masal anlattığını da bu aktardıkların enteresan. Kendini tenha gezegen gibi duyumsamak. Issızlığa kesmiş tepe manzarası. İç dünyanın tahliyesi. Nereden gelip de vurdu böylesine güçlü bir dalga? Neden o an orada seni buldu?
……
İçeride olup bitenler kaydedilse, onları hep elimizin altında tutma imkânımız olsa neye şaşıracaktık? Beklenmedik karşılaşmalar iyidir. Hasar verse, zorlasa dahi.
Orası öyle de…….
Anlama varamayan paradokslar, muammalar bizde dalgalanmalara yol açabiliyor. Yaratım alanı. Tekinsiz de olsa genişleme söz konusu. Eşiğindesin onun. Fal bakılamaz ki. Kendin bulup tutunacaksın o iç-dip kurgunun ipine; sonra yakalayacaksın hikâyenin ucunu.
Yolumdan saptırma beni. O ânı tam yaşadığım gibi, dilim döndüğünce anlatmalıyım sana.
Haklısın, yine susup dinlemeyi beceremedim. Merak ediyorum oysa. Dinlemek bazen —karşındakine bağlı olarak tabii— konuşmakla eş anlama bürünüyor.
Başta beni afallatan, telaşa sevk eden kıpırtısızlık çok geçmeden hoş bir uyuşukluğa dönüştü. Ve bir anda nasıl oldu bilinmez, kalbimde bir ayrık otu gelişmeye başladı.
Hımmm. Ayrık otu mu?
Evet. Ne kopartabiliyorum onu ne de…….. Nasıl olduysa, kesin bildiğim bir şey var: Sulayıp gözüm gibi bakabileceğim bir sevgi geliştiremeyeceğim aramızda. Böyle sinyaller yollanıyor bana. Yine de varlığını tamamen, netlikle duyumsamak, daha doğrusu onu tanımlayabilmek iyi hissettirdi. Hiç acıması yok; yakıyor tenimi, ısırıyor. Ama zalim de denemez. Belli. Beni çoktan gözden çıkarmış. Kaldı ki ben de burnumdan kıl aldırmaya niyetli değilim. Hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam edeceğim az sonra. Unutmak intikamım olacak. Görünüşte asayiş berkemal anlayacağın. Kendi kendime sakince o ayrık otuna hem aldan hem aldanma diyorum. Sonuçta her durumda kafan karışacak. Sakinmiş gibi numara yap, etki et hücrelerine. Henüz dışa vur(ul)mamış bir başkalaşım sözünü ettiğim.
Nasıl savuşturdun?
Hatırlamıyorum ama böylesi bir etkinin ortamı er geç değiştireceğini sezinlemenin huzur yayan uyuşukluğuna sığınmış olabilirim. Bir nevi yapay pompa etkisi.
Pompa hoşuma gitti. Başkalaşımın ayak sesleri.
Evet. Bir yandan da düşünce süsü bunlar dostum. İçten çöküş —ya da yumuşatmak istersek başkalaşım diyelim— başlamışsa benzetmeler ne işe yarayacak. Kuyruğu dik tutalım tutmasına da sonuçta bir noktada başıma gelenleri iyice duyumsamaya çalışıyorum. İçeride öyle böyle değil, amansız bir kavga yürümekte.
Onca sorgulama, günlük, tefekkür, yürüyüş. İşe yaramadığının teyidi olmasın gelen mesaj.
Kendine yetemediğin-yetişemediğin ne çok hayat. Aslında gayet iyi biliyorsun. Yeri geldiğinde kaçıp başka hayatlarımıza sığınmadık mı? Kimse iddia edemez böyle durumlarda kendi çapımızda oyun sahnelediğimizi. Eh kimileri ustalık da kazandı çoktan. Kaçtıklarının farkında değiller artık kaçarken.
Haklısın, onlarla böyle sohbetler yürütmenin pek imkânı yok ama. Davetsiz iç dinamiklerin hızı, yörüngesi, tahribatı-faydası vb. kendini pek açık etmez.
Öyle. Başıma böyle işler açıldığına göre bunu çoktan geçmiş olmalıyım.
Yürüyüşleri gelişigüzel. Davetsiz misafir onlar. Nasıl başa çıkacağımızı öğreniyoruz öğrenmesine de…… Ömür sınırlı.
Ayrık otu uyanışına rağmen bende hareket yoktu. Mahsur kalmış gibiydim. Çetin doğa koşullarında bir nevi hayat mücadelesi. Bazen senaryoda yazılı olandan çok daha fazlasını duyumsayarak sahneler ya rolünü oyuncu. Yönetmen kim o durumda? İşgüzarlık da bizi yoldan çıkartıp havaya sokabiliyor. Bilirsin.
Ah bilmesem keşke. Hayat hikâyemi şekillendiren böylesi işgüzarlıklar. Neyse.
Aldım mesajı. Sonra mutlaka konuşalım. Ama şimdi çeviriyoruz o sayfaları. Gelemeyiz ama sadede doğru yollanalım en azından.
Hahaha. Sevdim söylediğini. Dramatik noktalarda espri patlatmana bayılıyorum. Espri hayat kurtarıyor. Belagat sosu. Can yeleği. Yangın merdiveni.
Gün ortasında gökyüzü karaya kesti. Bulutlar örtmüş dünyayı, ışık geçirmez bir kütle. Rüzgâr set çekilemez enerjisiyle beni ittirdikçe cüssemin orada öylece seyrelip silineceğine dair güçlü bir hisse kapıldım.
Uzuv kaybı, bedenin parçalanışı; bunlar güncel söylemler. Kaçınılmaz. Bir yandan da felaketler çağındayız; toz duman ortalık; naçiz-narin gövdelerin söylem marifetiyle korunması mümkün değil. Şimdi senin simgesel yutuluşun söyletiyor bana bunları.
Ben ki bilirsin pek de üflesen yıkılacak tiplerden değilimdir. Kendimi içten içe hastalıklı duyumsadığımda bile kanlı canlı bir beden tüm heybetiyle baş gösterip beni yalancı çıkarır. Sevinemiyorum buna. Çünkü bana zafiyet hakkı tanınmamış.
Aaaa ne tuhaf……
Neyse, şu an böyle şeylerden söz etmek değil maksadım. Biliyor musun o gün sert rüzgâr ve yoğunluğu sürekli değişen yağmurla aramızda yaşananların etkisi azımsanacak gibi değildi. Canlı bir his beni ele geçirdi. Aksi yönlere çekmeye çalışsam da engel olamadım. Veee bende bu sohbeti başlatma arzusunu-ihtiyacını başlatan o meşum cümle kendini kocaman bir puntoyla bilinç duvarına yazdırdı: “Kış beni incitiyor.”
Aaa, kavgayı kışa mı bağladın?! Beklemezdim doğrusu böyle bir sonuç.
Hiçbir şeyi hiçbir şeye bağlamadım. Kurgu yok. Cümle kendisi geldi. Ayrık otu misali bitti. İçimde ve dizimin dibinde. Aynı anda.
Bir o kadar da anlaşılır göründü bana. İdrak. Kalp çarpıntısı. Kriz demeye dilim varmadı. Olabilirdi pekâlâ.
Biliyor musun neredeyse küseceğim ona.
Kime?
Kış’a.
O derece. Nasıl bir kavgaysa artık….
Kişiselleştirmenin böylesi diye düşündüm sonra. Bünyemi ele geçiren kesif düş kırıklığının sebebi mevsim mi? Biteviye dönüp duruyorlar. Masum olduklarına inancım tam. Nasıl suçlayabilirim onları. Yalnızca anlık zafiyet değildi bende oluşan. Farkındaydım. Arada derede seyreden, tanımsız bazı haller işte.
Şiire teğet.
Muhtemelen. Ama gelişmedi, serpilmedi, nihayete ermedi. “Kış beni incitiyor.” O kadar. Yazdım deftere. Büyük harfle. Akmadı.
Başlık kendine asılı kaldı desene. Tam da senin o tepedeki halin.
Evet. Doğrusu yakıştıramadım. Mızmız diyerek hırpaladım kendimi. Mızmız varoluş. Mızmız sunum. Mevsime, bir zaman dilimine aşırı rol yüklemek, ona yüklenmek de neymiş. Nereden çıktı şimdi durup dururken bu saçmalık.
İstediğin sözcüğe istediğin anlamı yüklemekte serbestsin dostum. Kim karışabilir? Neden sınırlamalar getirelim ki? Ansızın bizi sarmalayan duyuşlar bilakis değerli değil mi? Zalim aylardan bahseden dizeler repertuvarımıza yerleşmedi mi çoktan? Etkileri yüzünden amansızca yayılıp klişeleşmediler mi? Bırakalım yüksek sesli söylemleri, insan kendi derinliğinde tekrar tekrar duymaktan bunalır.
Ah evet, çok haklısın. Hatta bize dış mihrakların dikte ettirdiğini iddia edebiliriz. Kana karışan dizeler.
Hayatlarımızı böylesi aşırı alıntılanan cümlelerin-dizelerin yönlendirdiğini iddia etsek bizi bunun hiç de böyle olmadığına inandıracak biri çıkar mı? İstediğimiz kadar yüz vermemeye, görmezden gelmeye çalışalım; bazı yaratıcıların herhangi bir zaman dilimiyle kim bilir neden dolayı —sebebini çoğu zaman kendilerinin bile çözememiş olmasının da pek hükmü yok bu arada— arası bozulmuşsa ve bu kendiliğinden sızmışsa yapıtlarına, er geç rüzgârını duyumsatacaktır.
Sık sık hatırlatılınca insanı kendisinden soğutuyor. Hak verse de karşı çıkma isteği uyandırıyor tekrarlar. Zoraki itiraz bir nevi. Hevesi bastırıyor. En azından böyle ihtimaller doğuyor. Farklı desibelde duyarsızlaşma. Anestezi etkisi. Mümkünse silmek istersin ama nerdeee. Dövme gibi. Derine musallat olmuş.
Olsun varsın. Sen de karşıtında ısrar edecek ya da kendi(si)ni hakkını vererek duyumsayacak gücü devşirirsin belki o dizeden. Artık sana etki etmiyor. Neredeyse seni püskürtüyor madem….. Hodri meydan. Güçlü duyuş arenasında yakantop. Dönüşüm yasası gereği bizde sabitlenemeyen hislerin yakantopundan söz edilemez mi?
Hislerin yakantopu. Ne güzel. Söz edilir elbette. Oluşmamışı anmak, bilince çıkarmak. Hakkını vermek bir bakıma. Silinmesini engellediğinde varoluş resminde gölgelen(dir)meler eksik kalmayacak. Soru sormasan da yanıtlama arzusu uyandırdı bende söylediklerin.
Yanıtla lütfen. Kim tutar. Dilersen kestirmeden şöyle bağlayalım: Kendine fazla yüklenmen yersiz.
Kazıya giriştiğimde öfkeye rastlamaktan çekiniyor olabilirim.
Neden? Hatırladığım kadarıyla öfkeyi seve seve daha en başta kabul eden, baş köşelerde ağırlayan sendin. Bana sık sık söylediğin repliklerdendir: Sen sen ol, beklenmedik anlarda kapına dayanan öfkeyi serbest bırak. Oradan er geç yaratıcı alana geçeceksin. Öfkenin yaktığı ateşlerden korkma. Kasırgasından da. Savruluşun geri dönüşü var. Başkalaşmış biçimde dönersin geri.
Aaa ben mi demişim? İyi geldi. Kendi sözlerini bana mal etme ama lütfen. Yapmadığın şey değil.
Hahaha. Ne fark eder. Telif haklarımızı çoktan birbirimize devretmedik mi?
Güzel dostluk tanımı.
Sana benden bağlaç dahil her vurgumu sonsuz kullanma hakkı. Böylece kitaplarım da daha çok okunur. Keh keh. Sen benden çok daha sosyalsin hem, insan canlısısın. Kazançlı çıkacak biri varsa o da benim bu anlaşmadan.
Dur bir dakika, hemen alıntı yapayım istersen. “Yazmak kendini ötekileştirmek”. Boşuna tekrarlamıyoruz. Bunca cümlenin birbirine karıştığı yerde gel de kimlik tespiti yap. Geçelim. Ego kuyularındaki sondajımızı şimdilik erteleyelim.
Evet evet, asıl şuna dikkatini çekmek istiyorum dostum: Senin kendini hayata nasıl açtığını, o kaypak-yanardöner ve bir o kadar tekinsiz düzleme nasıl sere serpe yayıldığını bilmesem kış’la kavgana anlam veremeyecektim. O gün o yürüyüşünde üşümek sende titreyiş değil derin don(ma) yaratmış. İmgelemde açan buz çiçekleri.
İyi söyledin ama bedenin buzunda(n) çiçek açmıyor.
Mevsimleri ve duyumsattıklarını derinden yaşayanlar varsa bil ki onlar şairdir. Yazmaları gerekmez. Şair olmak bir varoluş formu. Kanıta ihtiyacı yok. Donukluğu yaratan da donukluğun çözülmesini sağlayan da beklenmedik dış etkiler. Hızlı yürüyen imgelemin durdurulması. Kasıtlı darbe. İz bırakmaz. Kar çiçeği böyle açacak.
Şiir ile mevsimin, beklenmedik müdahalenin hemhal oluşu.
Ya, evet, işte…….
İçimde yanıp sönen heceler; köşe kapmak peşinde değiller ama yine de duyumsayışı ifadeye çevirmekte aceleciler sanki. Sekip seğirtip yalpalayıp……. Şiir, düzyazı, fragman, mesel, masal………
Hepsi aynı anneden…….
Benzemez benzerlikler.
Hava durumundaki değişimler zafiyet değil de genişleme-yayılma-taşkınlık-durgunluk olarak yansıyor genelde sende(n). Kaypak, uçarı, değişken……. Kaldı ki ne Everest’e tırmandın ne de yelkenliyle dünya turuna çıktın bildiğim kadarıyla.
Hahaha. Bunları yapsam haberin olurdu.
Kesin peşine takılırdım.
Ah keşke. Eksiklerimizle tamamlıyoruz hayatı. Bunun bilincinde olsak da bir şeyleri elde etmek, bir araya getirmek uğruna durmadan feragat eden de biz değil miyiz?
Genelde kendine ve yakınındakilere, en azından ulaşabildiklerine hep bu yönde telkinlerde bulunmaz mısın? Kaçanlara, eksiklere ah vah yerine onları elindekilerle kaynaştırıp sevgiyle, hevesle, çoğalıp yayılma arzusuyla kucaklamak……. İştahımız, hevesimiz nicelik tanımıyor. Aslında sürekli dolup taşıyoruz. Ne yetinmek var mayamızda ne de kapasitemiz sınırlı.
Öyle tabii. Ketlenme açılımın anahtarı oldu bak.
Şimdi o levha benim zihnime de asıldı: “Kış beni incitiyor.”
Düet yapıyoruz.
Kaçınılmaz. Bakalım bana neler yaptı kış. Daha neler yapacak.
Şubat 2025, Büyükada